ARKAPLAN RENGİNİ SİZ SEÇİN...

dostumvar

ZOR DENKLEM

Mehmet ÜFTADE 

İshak ve ailesi için, hayat o andan itibaren donmuş gibiydi. Annesi ve ablasını nereye götürdüklerini anlayamamıştı. Bir akşamüstü alıp götürmüşlerdi. Ne kadar da çok ağlamıştı o gün sabaha kadar. Babasıyla kalakalmışlardı yapayalnız. Babası:

-Bunlar bir daha gelir, demişti.

Babasının dediği gibi de oldu. Aradan iki gün geçmişti ki, farklı dil konuşan adamlar babasını ve onu karanlık bir yere götürdüler. Kokunun ağırlığından burada yüzlerce insan olduğunu hissedebiliyordu. Binlerce kişi birden bağırıyor ve birden üstüne yükleniyordu sanki. Babasının tuttuğu eline bir şey damladı, babasına baktı. O sert adam, o hiç gülümsemeyen, acizliği kabul etmez gururlu adam ağlıyordu. Halbuki hayatında hiç ağlamamıştı. İshak bunu da anlayamadı. Babası niçin ağlıyordu, annesi ve ablası onları bırakıp nereye gitmişti çözemedi. Sonra sinirlendi. İnancı güçlüydü; niçin onun gibi küçük bir çocuk böyle şeylerle karşılaşıyordu? Bunu da anlayamadı. Ama buna da, daha kötülerine de dayanmalıydı. Sabrederse mükâfatını görecekti. Zalimler cezalarını bulacaklardı; zulümle kimse âbâd olmazdı.

İshak şimdi çok iyi anlıyordu. Pencereden dışarı baktığında, gözünün önüne acı hatıralar geliyordu: babasının ona söylediği son sözler, annesinin ona son bakışı, ablasının o çaresiz, masum hâli... Şanslıydı, çünkü o cehennemden kurtulmayı başarmıştı. Bunun, Allah'ın bir inayeti olduğunu biliyor ve her zaman O'na şükrediyordu. Almanya cehenneminde bütün ailesi yok oldu; fakat ona bir şey olmadı, daha içecek suyu, yiyecek lokması varmış demek.

Yıllar geçmiş, altmış beşine ulaşmıştı. Bu yaşına rağmen zekâsı ve vücudu hâlâ dinç ve kıvraktı. Her zaman çevresi tarafından sevilen iyi bir insandı. Farklı ırktan ve dinden olması etrafındakiler üzerinde olumsuz tesir bırakmamış, etrafı onu kabullenmişlerdi. Arap asıllı olan eşiyle evlenirken, onun dinini inceleme imkânı bulmuştu. "En mükemmel din bu!" deyip, İslâm'ı seçmişti. Musa'yı (as) sevdiği kadar Muhammed'i (sas) de seviyordu. Her ikisi de peygamberdi çünkü. Başka peygamberler de, insanlık mücadelesi vermişti. Onların gâyesi, iyi insan yetiştirmekti ve aynı kökten geliyorlardı. Bundan dolayı onları seviyordu.

Arka balkona gitti, her sabah yaptığı gibi çiçekleri özenle sulamaya başladı. Eşi Leyla da çiçekleri severdi. Bu çiçekleri o yetiştirmişti. Bazen birlikte ibadet ederlerdi. Duaları böyle zamanlarda sabahlara kadar sürerdi.

Leyla kansere yakalandı; sevgileri bu hastalığı yenmeye yetmedi. Eşi bir Cuma akşamı, hayata gözlerini yumdu. Oysaki İshak ve Leyla sevgileri için o kadar direnmişlerdi ki, ikisi de bir hastalığın onları ayıramayacağını düşünüyordu. Ahirette beraber olacaklarına inançları tamdı.

İsrail-Filistin sınırında bir sevgiydi yaşadıkları. Aralarına askerler, aileler, inançlar girmişti, hepsine direndiler. İshak, İsrail'deki her şeyini bıraktı, eşinin memleketine yerleşti. Hayat zorluklar çıkardıysa da, Leyla birçok kez vazgeçmiş olsa bile, İshak ölümün kokusunu almıştı bir kez, hiçbir şeyden korkmuyordu. Sonunda sevgi, hoşgörü ve inanç kazandı...

İshak'ın gözleri doldu, eşini çok özlemişti. Aslında yüreğinde garip bir his de vardı. Yakında eşini görecekmiş gibi geliyordu ona. Çiçeklere baktı, 'Ne kadar güzel parlıyorlar güneş ışığında.' diye düşündü. Sulamaya devam etti. Ani bir patlama duyuldu, İshak bir çığlıkla irkildi. Acı, çok acı bir çığlıktı bu. Hemen pencereye koştu. Yaşanan olay gerçekten de acıydı. Bir baba, elinde küçük oğlunun cansız bedeniyle koşuyordu. Birden, bir başka kör kurşunla baba da yığıldı toprağa. Topraktan geldik, toprağa döneceğiz, ama niçindi bu haksızlıklar!

İshak, olduğu yerde kalakaldı. Birden bütün vücudu soğudu. Yine aynı korku, aynı acıyı yüreğinde hissetmişti. Elli beş yıl önce Almanya'da yaşadığı acı, yüreğini yeniden kapladı. O anda on yaşındaki çocuk İshak oluverdi. Yine anlayamıyordu, yine önüne çözülmesi güç bir denklem konmuştu. Bunun da üstesinden gelecekti; Allah'ın birliğine, varlığına, Ahiret gününün olacağına inancı vardı ya! İnananlar üstündü ya! Her hayır, Allah'ın elindeydi ya!

Sandalyeye oturdu. Dışarıya baktı. İnsanlar niçin düşünmeden birbirlerini böyle vahşice öldürüyordu? 1945'te değillerdi ki! Artık konuşarak problemler çözülebilirdi. İnsanların yerine, silâhların konuşmasını anlayamıyordu. Altmış beş yaşında olmasına rağmen, on yaşındaki İshak gibi bu soruları cevaplayamadı. Sorular daha da büyümüştü. Büyüdüğünde bir şeylerin değişmiş olduğunu görmek istiyordu; ama, ne yazık ki değişen hiçbir şey yoktu. Hâlâ insanlar hiç tanımadıkları, geçmişini bilmedikleri, nasıl bir insan olduğunu bile bilmedikleri insanları sadece farklı dinden, farklı ırktan olduğu için öldürüyordu. Özellikle soykırımla karşı karşıya kalmış ülkesinin, böyle bir kıyıma imza atması canını yakıyordu.

Öldürme isteği canavarca bir işti. İnsanlar nefretleri, kinleri ve nefisleriyle savaşması gerekirken, düşman diye tanımladıkları birileriyle savaşıyordu. Niçin? Bunu o gün cevaplayamadığı gibi bugün de cevaplayamıyordu.

Bu acılarla pencereden dışarıya bakmaya devam etti. Daha kahvaltısını yapmamıştı. Bu sabah o kadar yoğun duygular içindeydi ki, kahvaltı yapmak aklına bile gelmemişti. Leyla'nın, onu yanına çağırdığını duyuyor gibiydi.

Aşağı inerken merdivenlerde bir patırtı duydu. İçeriye, elleri silâhlı askerler girdi. Saklanmaya çalıştı; ama nafile! Askerler, kendisine yabancı gelmeyen bir dille konuşuyordu. Aşağı inerken, askerlerden biri yüzündeki kin ve nefretle ona:

-Sen hem bir Arap'la evlenmişsin, hem de din değiştirmişsin öyle mi?

İshak ağzını açamadan kurşunlar vücuduna işledi. Yüreğinde savaşın bütün acısıyla hayata şehit olarak veda etti. İshak Almanya'dan kurtulmayı başarmıştı; ama hoşgörüsüzlerden kurtulamamıştı.

Facebook'ta Paylaş
dostumvar anasayfa Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol