ARKAPLAN RENGİNİ SİZ SEÇİN...

dostumvar

YENİDEN HAYATA DÖNÜŞ

     
Mustafa ÜFTADEOĞLU
           
Burası Kanada'nın Edmondon kentiydi. Soğuk ve kar hakimdi bütün Edmondo'ya. Evler, sessiz ve sakin, uyumaktaydı. Çatıların üstüne kar yorganı örtülmüştü. Kocası iş gezisinde olduğundan yalnız kalma korkusu yaşayan, yakınlarına misafirliğe giden 26 yaşlarında gencecik bir anne ve küçücük çocukları, kentin sessizliği içinde sıcak bir odada derin uykuya dalmışlardı. Kadının iki çocuğu vardı. Bunlardan biri iki yaşında, diğeri 13 aylık bir bebekti. Anne, buraya gelmeden çok tereddütler geçirmişti. Bu soğuk günde evinde oturmalı, hiçbir yere çıkmamalıydı. Bunu kendisiyle tartışmasına rağmen, yine de evde yalnız kalma korkusu onu yakınının evine sevk etmişti. Yalnız kalmak korkutup ürkütüyordu onu. Bu, yalnızlığın içindeki sessiz korkuydu. Böyle bir kış gününde olursa bu yalnızlık, daha da korkunç oluyordu. Her şeyi göze alarak evinden çıkmıştı.
Akşam yemekleri yenmiş, tatlı sohbetler yapılmış, sıra uykuya gelmişti. Dışarıda bunca soğuk olmasına rağmen tatlı bir uyku çekmek ne güzel şeydi. Evdekilerin istisnasız hepsi derin bir uykuya dalmıştı. Bebek, evin çok sıcak olmasından incecik bir örtünün altında uyumaktaydı. Üzerinde sadece bir bezi vardı. Dışarısının eksi 20 derece soğuğuna rağmen içeride tatlı bir yaz meltemi esiyordu.

Çocuk, nasılsa gecenin bir vaktinde uyandı. Bunaltıcı hava onu uyandırmıştı. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Siyah gözlerini açtı. Yeni çıkmaya başlayan sarı saçlarını eliyle şöyle bir yokladı; terini siliyor gibiydi. Gece lâmbasının pembe ışığında daha bir güzel görünüyordu. Çocuk gürbüz ve sıhhatliydi. Yataktan bir yerlere tutunarak indi. Oda kapısına doğru paytak paytak emekledi. Kapı tam kapalı değildi. Kimsenin onun uyandığından haberi olmamıştı. Herkes uykunun en tatlı anındaydı. Holü geçip, sokak kapısına doğru emekledi. Kapı iyi kapatılmamıştı. Yarı aralık kapıdan önce başını çıkardı, sonra bütün vücuduyla dışarıya kendini attı. Evdekilerin hiçbiri, çocuğun dışarıya çıkabilme ihtimâlini düşünmemişlerdi, düşünemezlerdi de.

Dışarıda soğuk ve karanlık vardı. Narin ve çıplak dizleriyle karda emeklemeye başladı. Serinlemişti biraz. Yeni yağmış yumuşak kar, önce sıcak dizlerini ve ellerini serinletmişti. Daha sonra bütün vücudu serinledi. Bazen karlarda yuvarlanıyor, bazen de karla oynuyordu. Kardan avuçlayıp ağzına attığı, onun serin tadını tâ iliklerinde duyarak değişik bir hazza kapıldığı da oluyordu. Zamanla vücudu, soğuğa ilk verdiği tepkiyi vermiyordu artık. Bembeyaz kar çarşafının içinde yapayalnızdı. Çarşafın üstüne bırakmıştı kendini. Artık hiçbir şey işitmiyor, duymuyordu. Evdeki sıcak yatağının aksine soğuk ve yumuşak bir beyaz yatak vardı altında.

Bir müddet sonra uyanan ve yavrusunu yatağında göremeyen anne, paniğe kapıldı. Bir önseziyle çocuğunun başına bir felâket gelebileceğini hissetti. Önce evin her tarafında çocuğu bulma ümidiyle koşuşturdu ama onu bir türlü bulamadı. Sonra birden korkuya kapıldı. Sokak kapısının açık olduğunu fark etti. Kapıyı kapamayı kim ihmâl etmişti, evdeki diğer çocuklardan biri mi açık bırakmıştı? Anne yavrusunu kaybetmenin kâbusunu yaşıyordu. Neden uyumuştu bu kadar? Üzerine ölü toprağı mı serpilmişti? Böyle olacağını bilse hiç uyur muydu? Uyumaz, nöbet tutardı... Başka bir arkadaşının evine bu kış kıyamette neden gelmişti? Bütün bu sorular birikiyordu kafasında ve kalbi üşüyordu. Evinden ayrıldığı için bağırarak kendine lânet okuyordu.

Fenerleri alarak kar ve buzla kaplı sokaklarda bir saat kadar, burunlarından, ağızlarından dumanlar çıkararak akrabalarıyla bebeği aradılar. Bu bir saat içinde annenin feryatları çevre evlerden de duyulmuştu:

'Yetişin çocuğum kayboldu!..'

Kimse ilgisiz kalamazdı bu acı feryada. Bu yakıcı anne feryadına herkes koşmaya çalışıyordu. Fenerini alan komşular heyecanla dışarı çıktılar:

'Ne var, ne oluyor?'

Anne feryatlar içinde:

'Çocuğum, çocuğum!...' diyebildi.

Komşular da bu aramaya katıldı. Onların da çocukları vardı, herkesin başına gelebilirdi böyle bir olay. Komşu kadınlardan birkaçı anne ile ilgilenmekteydi. Anne kendini kaybetmişti zaten.

Bebek çok uzaklara gidemezdi. Saat gecenin üçünü gösteriyordu. Komşu evin bahçesinde karlar üzerinde yatan bebeği bir ışık aydınlatıyordu. Sanki kendi yatağında yatıyormuş gibi sakindi, hareketsizdi. Yaşayıp yaşamadığı konusunda kimsenin bilgisi yoktu.

Annesi ayılınca oraya koşup gelmişti. Zavallı anne, bebeğinin üzerine yün şalını doladı. Kucağının sıcaklığıyla ona yeniden can vermeye çalışıyordu. Etrafındakiler hemen telefonla bir ambulans çağırdılar. Hastahaneye götürülürken nabız atışı hissedilemeyen bebekte, solunum da yok gibiydi. İlk tıbbî müdahale hemşireler ve doktorlar tarafından yapıldı.

Bebeğin morarmış dudakları soğuktan yapıştığı ve boğazı buz tuttuğu için sağlık görevlileri, solunum hortumunu ağzına sokmakta zorlandılar. El ve ayak parmakları donan miniğin, vücut sıcaklığı sadece 16 dereceydi. Bebeği hayata döndürmek için doktorlar saatlerce uğraştılar.

Hayatın kendisi de muhteşemdi. Milyarlarca kişinin birbirine benzememesi, hayat denen şeyin izah edilemez olması...

Doktorlar çocuğun yaşayacak olduğunun müjdesini verdiler. El ve ayaklarında dondurucu soğuktan morartılar oluşmuş, fakat bebeğin beyni zarar görmemişti. Böyle bir şey normal şartlara göre mümkün değildi. İlâhî inayet onu orada muhafaza etmiş, hayatını yeniden vermişti. Anne o zaman çok sevinmişti; kanından canından olan bebeği yaşayacaktı. Tıbben bebeğin hayata dönüşünü doktorlar da anlayamadıklarından bunu olağanüstü bir hâdise olarak açıkladılar. Ancak, bebeğin gelecekte bazı sağlık problemleriyle karşılaşabileceği söyleniyordu. Elleri ayakları kesilebilirdi.

Saatlerce soğukta, açıkta kalan çocuğun hayata dönmesi sıradan bir şey değildi. Hayatta kalmıştı ya, bu önemliydi. Hayatî faaliyetlerini, beyin fonksiyonlarını sürdürebilecekti.

Anne ve akrabalarının yoğun bakımın önündeki uzun bekleyişleri devam ediyordu. Her çıkan doktora anne: 'Doktor, çocuğum iyileşecek mi?' diye soruyordu.

Doktorların açıklaması en sonunda geldi:

'Çocukta hiçbir âraz olmayacak, eskisi gibi gülüp oynayacak. Elleri ayakları da kesilmeyecek. Bu görülmedik bir durum, buna tıpta ilk defa rastlıyoruz. Gözünüz aydın!'

Tıp otoriteleri, bu olay karşısında hayrete düşmüştü. Böyle bir durumda yetişkin bir insanın bile ârazsız kurtulması mümkün değilken, çocuğun eksi 20 dereceye tahammülünün sıradan bir şey olması düşünülemezdi. Hayat denilen şeyi kim yaratıyor, kim ölçüp biçiyordu? Tesadüflerle, sebeplerle izahı mümkün müydü? Sebeplerin sustuğu bir noktada, hayat ölüm çizgisinde, çocuğun hayatta kalması... Yani bunu insanlar yapamaz, ancak hayat gibi muhteşem bir şeyi yaratan yapabilirdi. Hayatı yapan kimse, hayatı yöneten de o olmalıydı. 'Yapan bilir, öyleyse bilen konuşur, hükmü o verir.'

Doktorlar, raporlarında böyle bir hâdiseyle ilk defa karşılaştıklarını bildirdiler. Çocuğun hayata bu şekilde dönmesi anneyi rahatlatmıştı. Yoksa kendisini bağışlayamazdı çocuğuna bir şey olsaydı.

Anne, binlerce şükürle kendisine tekrar bağışlanan yavrusunu bağrına basıyor, bir daha çocuğunu yanından ayırmayacağına ve evinden böyle tedbirsiz çıkmayacağına söz veriyordu.

*) Bu hâdise, 2001 yılının kışında, Kanada'da yaşanmıştır.
Facebook'ta PaylaşFacebook'ta Paylaş
dostumvar anasayfa Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol