ARKAPLAN RENGİNİ SİZ SEÇİN...

dostumvar

YOK OLAN DUVAR

Mehmet ERDOĞAN 

Yurt dışındaydı. Bu yaşında gurbetin acısı yüreğine bir hançer gibi saplanmıştı.

Dertli başı her gün zonkluyor, acılı sinesi her gün elem zehri yudumluyordu.

Gurbet acısını bilmeyenler bunu anlayamaz. Anneden babadan ayrı olmayan bu acıyı hissedemez. Burada kocası, oğlu, geliniyle birlikte ama yaşlı annesi de tek başına memleketteydi.

Ancak garipler anlar ve hissederler bu ızdırabı.. Çünkü içlerinde aynı acı ve elem vardır. Ayrılık oku sinelerini parçalamıştır.

Ufuk onlar için, ulakların geleceği bir muştu yeridir. Toprak, toz kaldırıp koşup gelen bir haberci zeminidir. Sular, uzaklardan haber getiren bir seyyahtır. Kuşlar, sıladan müjde ulaştıran bir gezgindir.

Artık tabiattaki her şey onlara bir başka eriştiren, görüştüren, ulaştıran varlık olarak görülür. Çünkü gurbet acısı ruhunu inceltmiştir. Kalbini iyice hassaslaştırmıştır. Eneyi törpülemiş, benliği eritmiştir. Bütün içteki katılıklar kin ve öfke karları, sevgisizlik buzları eriyip göz yaşına dönüşmüştür.

İşte bu ızdırap ile iki büklümdü şimdi.

Odanın bir köşesinde kalbindeki hasret tellerindeki tınlamaları, melodileri, besteleri dinliyordu.

Ayrılık bestesi, kavuşmak özlemi çalıyordu bu tellerde. Göz yaşları bu bestenin billur kafiyeleriydi gözlerde buğulanan ve kirpiklerde yoğunlaşan sonra yanaklardan süzülen.

En çok annesi düşündürüyordu onu. İhtiyar kadın ne yapıyordu kimbilir? Zaten hastaydı. Ona kim yardım ediyordu şimdi? Yemeğini kim yapıyor, hastalandığında ilâcını kim koyuyordu önüne?

Bu günler için yetiştirmemiş miydi onları annesi? En çok muhtaç olduğu zaman da biricik anasının yanında değildi. Ona yardımcı olacağı, etrafında pervane kesileceği zaman gurbetin pranga ve zinciriyle mahkum edilmişti. Ne zaman evlatlık vazifesini yerine getirecekti? Ne zaman kendine düşen vazifeyi yapıp analık hakkını helal ettirecekti.. Günler, haftalar yıllar su gibi akıp gitmişti. Üç-beş senede bir memleketine gitmesi onun sinesindeki bu ateşi söndürmüyordu.

Çocukluk yıllarının geçtiği yerler gözünde tütüyordu. Kalbinde bir burgaç sanki ruhunu mengene içine alıyor ve sıktıkça sıkıyordu.

Hani kâbuslu rüyalar görürüz bazen. Ardından bizi bir kişi kovalar.

Ama ayaklarımız tutulur, gidemeyiz. Kaçmak istedikçe tökezleriz. İşte bunun gibi bir acıydı tattığı. Ulaşmak istediği yer ondan kaçıyor, ardından gurbetin oku savrula savrula geliyor ve onu takip ediyordu. Bu ne korkunç bir iklimdi, bu ne elem yüklü bir atmosferdi. Nefes alması bile müşkildi böyle bir yerde.

Bunları düşünüyor bir taraftan da ağlıyordu. Hıçkırık sesleri duvarlarda yankılanıyordu. Beyaz badanalı evin dört köşesi sanki onun sesini iç içe armoni yapıyor ve bir gurbet zinciri olarak yine onu sarıyor ve kalbine doluyordu. Yani tesellisiz bir inleyişti bu.

Karşısındaki duvar sanki onu dinliyor ama bir türlü cevap veremiyordu. Sağırdı ama duyuyordu onu. Hissizdi ama hissediyor gibiydi elemlerini.

Birden ne olduğunu anlayamadı. Duvar kaybolmuştu bir anda karşısında.

Perde çekilir gibi kaybolmuştu. O, zaman ve mekân dışına çıkıvermişti sanki. Gördüğü tablo ile irkildi birden. Tüyleri diken diken oldu. Onu görmüştü, annesini. İşte yatakta uzanmış yatıyordu.. Hasret ateşine su serpilmişti bir anda. Ama uyuyordu annesi. Gözleri kapalı bir derin uyku içindeydi. Seslendi duyuramadı, dokunmak istedi ama eli uzanamadı. Biraz sonra birden duvar yeniden araya girdi. Kalın duvar bu görüntüyü sona erdirdi.

Şaşkındı. Ne olmuştu? Bu gördüğü bir yanılgı mıydı? Yoksa bir gerçek mi? Ama nasıl olurdu? Bu kadar uzak bir mesafeden annesini nasıl görebilirdi? Bu bütün fizikî kurallara aykırıydı. Zaman ve mekân şartlarına, kanunlarına zıt bir şeydi. Evlerinde telefon da yoktu ki sorup soruşturabilsin. Çaresizlikten iki büklümdü.

Bu sıkıntı ile uykuya daldı.

Sabah bütün bu görüntüler ve karmakarışık düşünceler ile mutfakta bulaşık yıkıyordu. Sırrını çözemediği bu görüntüyü düşünüyordu. Merakı, ruhunu elem içinde inletiyordu.

Bir ara kapı zili çaldı. Yüreği hopladı birden. Acı bir haberi hissedenler gibi acıdı kalbi. Gelen geliniydi. İçeriye girdi. Yüzünde bir hüzün vardı.

Ona:
"Anne, sana kötü bir haber vereceğim!" dedi. "Ama üzülme!"
O:
"Söyleme, ben biliyorum!" dedi.
"Annem öldü değil mi?"

Gelini şaşkın bir şekilde dona kaldı.

Evet, diyebildi ancak. Ona, bunu nasıl bildiğini sormak istedi, soramadı. Bundan sonra bakışlar konuştu, göz yaşları sual etti. Sırrı yürek bildi, kalb hissetti.
Facebook'ta Paylaş
dostumvar anasayfa Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol