ARKAPLAN RENGİNİ SİZ SEÇİN...

dostumvar

olum

ölüm

Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil
 
Her an
Farkındayım
Az az öldüğümün
 
Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın, akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın
 
Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit de mahluktur
Vakit de mahluktur.
 
İşliyor kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri
 
Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu
 
Toprak ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat
 
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
 
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın


Çoğu kimse ölüme, her şeyin sona ermesi, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma ve topraklaşma nazarıyla bakar ve kafiyen onunla yüz yüze gelmeyi arzu etmez. Hastalık, yaşlılık, harb u darp, trafik kazaları ve deprem gibi ölüm sebebi sayılan hadiseler zuhur ettikçe, o da tir tir titrer; kabrin yalnızlık ve vahşetini düşüne-rek ürperir ve hayatını tahammül edilmez bir azaba çevirir.. evet böylelerine göre insan ölünce herşey biter. Ceset toprağa dönüşmek üzere ebedi istirahatgahına tevdi edilir. Her şey ve her yer yokluğun karanlığına gömülür; şairin ifadesiyle: "Artık güneş görünmez olur, rahatça dal ölüm sonu gelmez bir uykudur." Ebed için yaratılan, ebede namzet bulunan bir insanın böyle bir telakki ile ne kadar muzdarip olacağı açıktır. Böyle bir ebed arzusunu, vicdanını dinleyen biri: "Bütün dünya benim olsa, gamım gitmez, nedendir?" diyerek seslendirir ki, üzerinde durulmaya değer.

Oysaki ölüm, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma, bir hiçlik, bir tükeniş olmadığı gibi, kabir de bir topraklaşma çukuru, bir yalnızlık ve vahşet hücresi değildir. Ölüm, yaratılırken belli bir hikmet ve maslahata göre yine bir plan ve programa bağlı olarak bir buuddan başka bir buuda intikali, bir hal değişikliği geçirmesi, amellerinin ürünlerine göre göre farklı bir sürece girmesi ve neticede vatan-i aslisine dönerek, inanç ve davranışlarının belirleyiciliği ile tabii, müstakim ruhların iç içe vuslatlar koridoruna girip, Yaratanla "bi kem u keyf" yüz yüze gelip görüşmeyeyürümesi ve rıdvan yudumlaması demektir. Keza kabir de, görülüp zannedildiği gibi karanlık bir kuyu, yoklukla muhat bir çukur ve tecrid odası değil, aksine, aydınlıklara açılan bir kapı, insanı nurani alemlere taşıyan bir koridor ve ruhun ötelere yükselmesi adına bir rampadır. Hazreti Şahid-i Ezeli karşısında resmigeçit vazifesini tamamlayan veya asker olarak bulundukları bu dünyada engin bir hizmet şuuruyla imanlarını ibadetlerle, ibadetlerini de ihsanla derinleştirip ebedi bir mutluluğa tam hazırlanmış olanlar yürürler bu ko-ridordan gözlerin görmediği, kulakların işitmediği tasavvur-ları aşkın saadetlere.

Evet ölüm, bizim için, her zaman ruhun dolaşıp durduğu çok buudlu bir mekana ve çok derinlikli bir zamana kulluk va-zifesinden terhis manasına, Cenab-ı Hakk'ın "Haydi şimdi bütünüyle bana gel!" demesin-den başka bir şey değildir. O'nu gönülden tanıyıp seven-ler için bu "gel" deyişin üslu-bunda öyle bir iltifat ve öyle baş döndürücü bir teveccüh vardır ki; "Ey gönlü itmi'nana ve huzura ermiş ruh! Sen O'ndan, O da senden razı olarak dön Rabbine.! Katıl has kullarıma ve gir cennetime!" şeklindeki çağrıyı alan ruh, bir dakika bile burada kal-mak istemez. Zira bu çağrının manası, dün-yanın sıkıntı, dağdağa ve boğucu havasından sıyrıl.! Yitirdiğin Cennet'e ve ruhun asıl yur-duna dön, demektir. Ölümü, bu manada bir iltifat çağrısı kabul edenler, dünyaya gelişi bir memuriyet ve askerlik, ondan ayrılışı da bir terhis, bir ikinci doğum ve bir ebedi varoluşa uyanma şeklinde anlar ve merdane yürürler kabre doğru. Azrail arkadaşlığını, İsrafil dost-luğuyla bir bilir, Allah'a yürüme anının her lahzasını Cebrail rehberliğinde miraca yükseliyor gibi zevk ederler. Aslında mü'min, ölüp mezara gömülmeyi, sümbül vermek için toprağın bağrına saçılan bir tohum ve insan olmaya koşan bir sperm gibi görür.

Hangi tohum vardır ki, toprağa atılmış da başağa yürümemiştir.! Hangi sperm vardır ki, "rahm-i mader"e düşmüş de, orada yokluğa mahkum olmuştur! Allah, insanı kendi ruhuyla şereflendirmiş ve onu bir ebediyet üveyki olarak donatmış-tır. Ceset çürüyüp dağılsa da ruh, O'nun varlığının gölgesinde ebedlere kadar yaşayacaktır. Zaten canı, Can Sahi-bi'nin aldığını bilenler için ölüm adeta bir baldır, bir kaymaktır. Onlar için ölüm ve mezar bir perde; bitmeyen bir cümbüş vardır, o da az ilerde. Daha şimdiden onlar, imanları, inanç zenginlikleri ve marifet ufukları ölçüsünde gönül dünyalarında Naim Cennetle-ri'nin en mutena yerlerinde karşı karşıya oturmaktadırlar mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde. döner durur çevrelerinde çelik-ça-vak gençler, ellerinde kevserlerle köpüren testiler, sürahiler, kadehler... Onlar, ne bir baş ağrısı duyar ne de sarhoşluk hissederler.. ve tercihi kendilerine ait, başlarının üstünde istedikleri kadar meyveler... Canlarının çektiği kuş etleri, sadefleri içinde inciler gibi el değmemiş ela gözlü eşler.. dal bastı kirazlar.. salkım salkım dolgun muzlar.. uzayıp giden gölgeler.. şakır şakır çağıldayan sular.. ardı arkası kesilmeyen ve yasakla sınırlandırılmayan meyveler... (Bu yaklaşık mealler, Vakıadan.) Her zaman iyiliğe kilitlenmiş bu insanlar "salarlar kendilerini öyle koltuklara ki, orada ne güneş sıcağı görürler ne de zemhe-riri.. Cennet ağaçları salar gölgelerini her yandan üzerlerine.. ve meyveleri devşirilme-ye hazır sarkmıştır burunlarının dibine." (Bunlar da, İnsan Suresi'nin bir-iki dar meali.) "O gün mutlulukla tüllenen öyle yüzler vardır ki, emeklerinin neticeleriyle lütuflandı-rıldıklarından ötürü o yüksek Cennet'te tam bir hoşnutluk içindedirler.. ve bulundukları yerde boş söz de işitmezler... Orada fışkırıp akan kaynaklar, (oturmaya müsait) yüksek kanepeler, içmeye hazır (dolu) kadehler, yaslanılacak yastıklar ve nefislerden nefis döşemeler vardır." (Gaşiye'den bir kırık meal.) "İşte bunlar, mükafatları, içinde devamlı kalacakları altından ırmaklar akan 'Adn' Cennetleri'dir. (Dahası) Allah onlardan, onlar da Allah'tan hoşnutturlar ve bu rıza makamı da, sadece Rabbi'ne karşı saygılı ve haşyet içinde bulunanlara mahsustur. (Beyyi-ne'den incelikleri düşünülmeden alınmış ayrı bir meal.) Evet, "bunların mükafatları, Adn Cennetleri'dir; girerler oraya kollarında altın bilezikler, süslenmiş olarak incilerle ve elbiseleri de ipektendir. (Girerken de) 'hamdolsun, bizden her türlü tasayı, kederi gideren Allah'a; doğrusu Rab-bimiz Gafur'dur, yarlığar hepimizi; Şekur'dur, yaptıklarımızın kat katıyla mükafatlandırır bizi' derler." (Fatır'dan kısa bir alıntı.)

Eğer, sırf cismaniyet adına dahi olsa, ölümün arka yüzü bu ise, bu ten kafesinin parçalanıp dağılmasına ağlayıp inlemek değil, bizi dar bir zindandan, genişlerden geniş bağlara bahçelere alıp götürdüğü için sevinmeliyiz; sevinmeliyiz zira, gönüllerimizde kendini hissettiren ve rüyalarımızın menfezleriyle her gece ruhlarımıza tebessümler yağdıran o büyülü ve baş döndüren alemin biricik köprüsü var. O da ölümdür; O'nun emri ve izni dairesinde gelen ölüm... Ölümün hakikatini kavramış gönlü imanla, duygulan da aşk ve heyecanla köpük köpük bir muhabbet kahramanı bin can ile koşar Sevgili'ye. O'na kavuşunca da, dünyevi benliğiyle şekerler gibi erir ve şerbete dönüşür. Farklılaşır ve uhrevilerin letafetine ulaşır... Ruhanilerin "hayhuy"u ve meleklerin kanat sesleriyle banyo yapar. Başkalarının, nefsani kirleriyle çevrelerinde tiksinti uyardıkları bitevi ve tuluu, gurubu olma-yan kederlerle yoğrulduğu kesintisiz bir zamanda o, gül gibi elden ele dolaşır ve uğradığı her yerde misk ü amber gibi koklanır. Can Hükümdarı da, ona başları döndüren, gözleri kamaştıran ebedi sultanlıklar bahşeder.. onu her zaman yeni yeni teveccühlerle iltifatlandırır.. hususi muamelelerle ağırlar.. Cemaliyle ufkunu aydınlatır.. hoşnutluğundan besteler dinletir ve ruhuna kase kase güzellikler içirir. Var olmayı ganimet bilip de-ğerlendirmiş bir marifet eri; imanı ve aşk u şevki ölçüsünde ahiret pazarının her menzilinde incilerin, elmasların gördüğü teveccühü görür; hayatını suiistimal edenlerin, zifiri karanlıklarda ürkek ürkek dolaşmasına karşılık o, hep ışık görür, ışıklarla hasbıhal eder; ışık atmosferinde sabahlar ve akşamlar; ışık yudumlar ve ışıklar içinde ser-mest dolaşır; onun ufkuna asla gece uğramaz ve onun mağriblerini kafiyen gurublar karar-tamaz. Otağını böyle bir ufka kuran bahtiyar, hemen her zaman insani duygularının yaratılışına gaye teşkil eden şahikalarda dolaşır; irade ufkundan şuur zirvesine, şuur zirvesinden kalb arşına yükselir ve yükseldiği her burçta kendini ayrı bir mevhibe sofrasının başında bulur ve ayrı bir temaşa zevkinin vecdini yaşar. Bunlar idrakleri aşkın öyle lütuflardır ki, bir kısmını dünyada bazı gönül erleri duysalar da, tamamını yaşayıp hissetmek ahirete mahsustur.

Bu hususiyete mazhar olacak bir mü'min, hiçbir petekte bulamayacağı balı, hiçbir yerde elde edemeyeceği kaymağı, orada dili damağı arasında bulur. Bu bildiğimiz göklerin ve yerlerin bulunmadığı o sihirli dünyada her şey, bütün o feyizler ve güzellikler kaynağı etrafında sabahlar-akşamlar; sadece O'nu görür, O'nu bilir, O'nu duyar ve O'nun cazibesiyle kendi mahiyet çizgisinin üstüne yükselerek, O'nun varlığının ziyasına bağlanır ve par par parlamaya başlar.. ve "Bir şulesi var ki şem-i canın / Fanusuna sığmaz asumanın" (Galib) hakikatinin mücessem bir misali olur.

Eğer bütün bu mazhariyetlere ölüm köprüsünden geçilerek ulaşılabiliyorsa, bence ölüm insanın en tatlı emeli olmalı.. ama hayata çağrı ve ona mazhariyet bize ait olmadığı gibi, ölümü arzu etmek ve istemek de bizim hakkımız değildir. Yaratan çağırınca severek O'na koşarız; "hele az daha durun" dediğinde de, vuslata karşı sabır mülahazasıyla dişimizi sıkar dayanırız.


ÖLÜMÜN HATIRLATTIKLARI VE ÖTESİNDEN

İnsanoğlu, ölmek için var olur, dirilmek için ölür ve ebediyeti duyup yaşamak için de dirilir. Bir bir gelinir bu dünyaya.. bir bir yürür herkes bu upuzun hayat yolunda.. onca müştereklere rağmen herkes kendi kaderiyle oturur-kalkar.. kendi kaderini yaşar ve programlandığı çerçevede, daha sonra bir başka hayatı duyup yaşamak için arkasına bakmadan yürür ebediyete.


* * *



Gönüllerini imanla donatmış ve kalblerinin balansını ötelere göre ayarlamış"iman hem nurdur, hem kuvvettir, hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir" duygu ve düşüncesiyle tam bir metafizik gerilim içinde bulunanlar, çocukluklarını bir zevk zemzemesi içinde duyar ve her zaman var olma şevkiyle haykırır., gençliklerini Yusuf gibi birer iffet ve irade kahramanı olarak disiplinlerle geçirir.. olgunluk çağlarını arkadan gelenlere örnek olabilecek davranışlarla süsler ve yollardaki reflektörler gibi sürekli düz yolda yürümenin lazım geldiğini vurgular., yaşlılık dönemlerini de "ulü'l-azma-ne" bir kararlılık, ciddiyet içinde ve nebileri hatırlatan bir itminanla, cennet koridorlarında seyahat ediyormuşça-sına inançla, azimle ve ümitle sürdürürler.

Başkalarının kaybetme hezeyanlarıyla çıldırıp durduğu, en amansız gibi görünen demlerde, onlar, her zaman imanlarının, ümitlerinin meyvelerini devşirir ve bütün hassasiyetleriyle burada var olmanın, ötede de ebedi kalmanın neşvesini duyar ve adeta ömürlerini bir şiir, bir hayal ikliminde yüzüyor gibi geçirirler. Öyle ki, Allah'a ve ötelere imanın herhangi bir faslı, herhangi bir ifadesi karşısında, sihirli balonlarla, fezanın sonsuzluğunda ötelere yürüyor gibi ruh-efza bir seyahat yaptıklarını sanırlar. Kendini duygularının, düşüncelerinin büyüsüne kaptırma ölçüsünde her inançlı ruh, şöyle ya da böyle cismaniyetten uzaklaşıyor ve ruhaniliğin enginliklerine açılıyor gibi olur ve ötelerin tasavvurları aşkın bütün romantizmini birden duyar.

Facebook'ta Paylaş
dostumvar anasayfa Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol