ARKAPLAN RENGİNİ SİZ SEÇİN...

dostumvar

VE GÖNÜL SEÇTİ...

Ayşegül AYGÜN 

Günlerden bir gün güneşe uyandı gönül. İlk kez gözlerini açtı varlığa. Önce aslına baktı. Yüzünde binlerce ışık gezinen bir aynaydı özü. Aynasında iç içe geçmiş binlerce göz saklıydı. Sonra baktıkça baktı etrafına. Bir çiçeğe değdi gözleri önce. Zarif boynu, incecik renkli yapraklarıyla ne hoş şeydi bu. Çiçeğin kokusuna büründü gönül, binbir rayihadan geçip, beyazı seçti en çok, alın, morun, sarının arasından. Beyazı sevdi. Aklığa, saflığa, katışıksızlığa özlemdi bu belki. Beyaz, renklerin sultanı, beyaz sinesinde gökkuşakları saklı. Kök salar her renk boyasına beyazın ya, sevdası beyaza ondandı.
Sonra bir kuşu sevdi gönül. Kanatlanıp alabildiğine, kucak açtı masmavi göklere. Uçtu, uçtu, uçtu sonsuz ufuklara. Gökler hiç kimsenin olmadığı kadar onundu. Bir düş gördü gönül kuşun kanatlarında. Apak bulutlar, uçuşan kar taneleri düşüne renkler kattı. Düşe sevdalandı gönül. Adı hürriyetti onun.

Sonra bir ağaca özendi gönül. Bir tepeye kurulup sapasağlam gövdesiyle yüzyıllarca yaşayan, kolları göklere uzanan, kökleri toprağın damarlarına karışmış bir ulu ağaçtı o. Güneşin altın ışıklı ikindilerinde yemyeşil yaprakları tatlı hışırtılarla bir o yana bir bu yana salınırdı usulca. Gelinlik giyerdi baharlarda, meyvelerle dolardı elleri yazlarda. Kuşlara, sincaplara yuvaydı merhametli kolları. Ağaç bir türkü söylüyordu ılık bir meltem gibi yalayarak geçerken ona bakan gözleri. Yemyeşil ovalarda asırlardır duyulurdu sesi. Ağacın türküsü huzurdu. Gönül huzuru sevdi.

Sonra gönül toprağı gördü. Sımsıcak ve kara yüzüyle ana toprağı. Bağrında nice nazireler saklıydı. Vakti gelince kapıları açılırdı hazinelerin, fışkırırdı ağaçlar, otlar cümle nebatat. Toprağın elleri sımsıcaktı, cömertlik kokuyordu; hele de yağmur sonrası. Severdi gönül vereni. Toprağa sevgisi bu yüzdendi.

Sonra göklere uzandı gönül. Uçsuz, bucaksız maviliklerde yüzen bulutları sevdi. Susayan canlara damla damla serinlik göklerden gelirdi. Çöllere dönerdi yeryüzü, buluşmasaydı suyla. Çölü kim severdi?

Ve gönül gördü daha binlercesini. Sevdi ayrı ayrı herbirini. Sevdikçe yüzünü sevdiğine çevirdi. Ona hep gülümseyecekti ebedî. Madem ki cömertlik, huzur, sevgi, güzellik yüzündeydi herbirinin. Varlık en değerliydi. Gönül sevdi her gördüğünü aynasında. Yüzüne tutulan renklere bulandı her gördüğüyle. Doğduğundan beri sevdi hayatı, yaşamayı, sonsuz varlığı. Hep sürseydi bu böyle, düşünmeden fazla ötesini, oh ne güzeldi! Hangi çocuk oyuncaklarla oynamaktan bıkardı ki?

Bir gün ama bir gün... Ölümü gördü gönül. Nefesini duydu tam da yanında. Daha önce gördüklerine benzemiyordu ölüm. Korktu, kaçtı önce, gözlerini yumdu binlerce kere. Oysa kaçış yoktu hiçbir nefse, göz yummak nafile. Dünya güzel, dünya capcanlı, dünya onun iken ölüm de ne demekti? Elveda tüm sevgililere, gülen yüzlere, öyle mi? Bir karadeliğin bağrına dökmek varlığı ve varlığını, ölüm bu mu? Ölüm, yokluk mu, bitiş mi, son mu?

Ölümü şikâyete gitti gönül sevgililerine. Dile geldi onca varlık. Ölümün kapısından giremezdi onunla ne çiçekler, ne kuşlar, ne toprak, ne ağaçlar, ne gökler. Gelmeyecekti hiçbiri beraberinde. Arkadaşlıkları ve alıştıkları yoktu yalnızlığın en koyusundayken gönle. Elleri uzanmazdı hiçbirinin o an ellerine.

Gönül küstü, gönül darıldı tüm sevdiklerine. Güler yüzler solmuştu birdenbire. Gönül acı çekti bir zaman kendi içinde. Arayanı, soranı olmadı ölümün eşiğinde.

Peki bunca güzellik, sevgi, hikmet, temizlik, sanat, ilim.. neydi varlığın bedeninde görülen? Köksüz ağaç olur mu? Güneşsiz ışık gelir mi? Öyleyse neydi kaynağı buncanın? Özünde neler saklıydı varlığın?

Nihayetinde gönül anlamaya başladı. Önce hayatı anladı ölümün yüzünde. Ölüm anlattı hayatı. Göründüğü gibi değildi özü hiçbir şeyin. Ne toprak cömert, ne gökler güzel, ne bulutlar merhametliydi. Gönül aynasına yansıyanların ışıkları başka yerdendi. Sonra hayat anlattı ölümü. Herkesin ebedî yolculuğunda uğrayacağı bir eşikti o. Lezzetleri acılaştıran son değil, bitiş değil, sadece bir duraktı ölüm. Ve ne mutluydu hazırlığını yapanlara. Cennetlere açılan kutlu bir koridora dönüşürdü o zaman ölüm.

Gönül kendine dönüp baktı... Anlamı neydi öyleyse varlığının. Sonra duydu ansızın uzaklardan bir seslenişi. Aradıkça kuvvetlendi sesleniş, aradıkça çoğaldı, sisler dağıldı. Tatlı bir çağrıydı bu. Samimî, katışıksız, apaydınlık. Çiçeklerin olmadığı güzellikte, ağacın tatmadığı huzurda, göklerin bilmediği özgürlükte, toprağın hissetmediği merhametlilikteydi sesleniş.

Gel... Gel... Batırıp gidenlere, yitip kaybolanlara bağlanma. Onlar sadece Yaratan’a götüren vasıtadır. Bedenleri kırılmaya mahkûm aynadır. Işıklarının kaynağı Yaratan’dır. O ki Ebedî Dost’undur, seni bekliyor, varlıkların dilleriyle sana mesajlarını yolluyor. Ne duruyorsun. Gel... Gel... Gel...

Gönül ayağa kalktı. Varlığın silinmişliğinde yudumlarken yalnızlığın en koyusunu, çağrıya uydu. Gönül cennetlere çağrılıyordu. Gönül aşk denizine daldı. Sonsuz damlaların arasına kendi özünü de kattı. Aktı, aktı, aktı ebediyetlere...

Gönlün adı artık 'ilâhî aşk'tı.

Facebook'ta Paylaş
dostumvar anasayfa Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol