ARKAPLAN RENGİNİ SİZ SEÇİN...

dostumvar

UZAKLARDA BIRAKILAN UZUV

   
Talat ORDU
       

Ne kendilerine takıldılar, ne de önlerini kesen engeller karşısında dize geldiler; yüreklerinde renk atmayan tek sevda Hak rızası ve Hakk’a vuslat arzusu yürüdüler dünyanın en ücra köşelerine. Onlar yürüdü; yollar övündü, ruhânîler sevindi ve tabiî şeytanlar da dövündü.
* * *


1997 Mart'ının ortaları İstanbul'da bir şafak vakti...

Heyecanla doğruldu yatağından, gözünde yaş vardı. Kalbi bir güvercininki gibi çarpmaktaydı.

Bıraktı kendini tamamen, sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.

Kalbi, gördüğü rüyaya dayanamamış, içi kızgın bir çöle dönmüştü.

Süleyman'ım kan içinde kapıya gelmiş. Nasıl dayanır buna yürek!

Süleyman kapıdaydı, her tarafı kana boyanmıştı. Her zamanki tebessümü ile kendisine
bakıyordu.

Gördüğü rüya o kadar gerçekti ki, uyandığında kalkıp kapıya bakmak istedi bir an.

Sonra yine ağlamaya başladı.

Uzak diyarlara göndermişti onu üç yıl önce. Bilmediği, görmediği, yabancı ellere...

"Süleyman'ıma bir şey mi oldu yoksa." dedi.

Kalbine, sanki Süleyman'ın hayatından bir şeyler aksetmişti.

Bu sırada Osman Bey de sabah namazına kalkmıştı.

'Eşinin yüzüne baktı ve ne oldu sana?' dedi.

Anne:
'Eşine Süleyman'ı hiç arayıp sormuyorsun!' diye sitem etti.
Gözyaşları devam etmekteydi.

-Rüyamda gördüm, kapıya gelmişti. Her tarafı kan içindeydi, başına bir şey gelmiş olmasından korkuyorum.

...

Aynı saatlerde Bangladeş...
Muson yağmurlarının toprakları iyice yıkadığı Başkent Dakka sabahı…
Süleyman'ın görev yaptığı yer, Allah rızası gözetilerek Bangladeşli çocuklara, hizmet götürülen bir öğrenci yurdu...

On bir kişilik öğrenci yurdunun sorumlusu Süleyman Bey, önceki gece geç yattığından, sabah namazından sonra tekrar uyumuş ve biraz geç uyanmıştı.

Odalara baktı; arkadaşlarından kimse yoktu. Bekâr öğretmen ve belletmenler okula gitmişti.

Duş ve kahvaltıdan sonra okula gitmek üzere yola çıktı. Okula gitmek için en uygun vasıta rikşalardı. Rikşa, faytonun bisiklet veya motosiklete uyarlanmış hâli olan bir ulaşım vasıtası… Rikşalardan birini durdurdu, bindikten sonra sürücüye gideceği yeri söyledi.

Uzun bir yolculuğun başladığını nereden bilecekti Süleyman Öğretmen!

On dakika sonra ana caddeye geldiklerinde, sürücü sağa sola bakmadan caddeye daldı. Yola girmeleriyle hızla üzerlerine gelen bir otobüsü görmeleri bir oldu. Süleyman Öğretmen, sürücüye ''Ne yaptın sen!'' deyip kendini vasıtadan dışarı attı. Otobüsün şöförü ise, rikşaya çarpmamak için direksiyonu onun atladığı yöne kırmıştı.

Trafik kazaları, sel ve felaketlerle meşhur bu ülkede, bir yolcu otobüsü, bir Türk öğretmeninin üzerine doğru geliyordu. Gurbet elde, Bengalli çocuklara hizmet götüren bir hizmet erinin hayatında ayrı bir imtihan safhası başlıyordu. Belki yıllar önce edilmiş bir duanın tahakkuku söz konusuydu.

İstanbul'da henüz güneş doğmamıştı ve olanlar anneye bir rüya ile bildiriliyordu.

Fren, Süleyman Öğretmenin üzerine gelen otobüsü durduramamıştı. Teker, sol bacağı sıkıştırıp Süleyman öğretmeni bir müddet sürükledi. Daha sonra frenden ayak çekilmiş olacak ki, otobüs bacağı ezdi geçti. Bacak kalçadan ayrılmıştı…

...

Çocukluktan beri beş vakit namazını kılardı... O anda, kaçırmış olduğu namazları geldi aklına. 'Allah'ım namazlarım!' diyordu içinden. ''Kalan namaz borçlarımı ödemek nasip et Allah'ım…'' Bir de bu şok anında Türkiye hasreti açığa çıkmıştı. Hicret örnek alınarak tercih edilmiş bu gurbet bitiyor muydu? Vücudundan ayrılan bacağına bakarken, ''Herhalde memlekete döneceğiz.'' dedi.

Bacağından kan boşaldığı halde, hafif bir yanmadan başka bir şey hissetmiyordu. Allah'ın yardımıyla doğruldu ve yere diz çöktü. Geçen arabalara durmaları için el kaldırdı. Toplanan kalabalık, bir film gibi seyrediyordu hâdiseyi…

Taksilerin hiç birisi durmuyordu. Etrafında toplananlara Türkçe, İngilizce, Bengalceden aklına hangi kelimeler geldiyse sesleniyor, "Bir taksi çevirin!" diyordu.

Sonunda motorlu rikşalardan birisi durdu. Güçlükle bindirdi onu birkaç kişi... En yakın hastahaneyi tarif etti. Gittikleri bir Çin hastahanesiydi.

Bir yandan da içinden "Allah'ım hizmet edeceksem yaşat!" demeyi sürdürüyordu. Hastahaneye ulaştıklarında, kapıya gelen doktor, durumun ağır olduğunu söyleyerek onları devlet hastahanesine yönlendirdi.

Devlet hastahanesine doğru zor bir yolculuk başladı. Fazla kan kaybettiğinden gözleri bulanık görmeye ve elleri tutmamaya başlamıştı. Sürücüye ''Taksi çevir acele hastahaneye yetişelim!'' dedikçe, adam öleceğine kanaat getirmiş olmalı ki, ''Allah de!'' telkininde bulunuyordu. O ise yol boyunca şoföre kızıyor, 'Işıklarda durma geç, acele et, çabuk ol!' diyerek yolculuğu hızlandırmaya çalışıyordu.

...

Hastahaneye ulaştıklarında kendini yere attı Süleyman Öğretmen... O kadar kan kaybına rağmen ölmemesi Allah'ın lütfuydu.

Hastahaneden okula haber verildi. Müdür bey ve diğer arkadaşları hastahaneye geldi. Bir öğrenciyle karşılaşacaklarını sanmışlardı.

Kan kaybından bembeyaz kesilen vücudu tanıyamadı hiçbirisi. O kadar ki, içlerinden biri ''Bu bizden değil!'' dedi. Daha metanetli olanı dikkatlice bakınca irkilip kaldı: ''Bu bizim Süleyman Hoca!'' deyince, diğer üç kader arkadaşı orada bayıldı.

Kazadan birkaç gün sonra... Sol bacağının tamamen kesildiği günün gecesi... Ana parçalarından birinin, uzak bir diyarda kaldığı günün gecesi...

Sabaha karşı kendine geldi Süleyman. Yerinden kımıldamak istiyor; ancak bunu yapamıyordu. Bacağında şiddetli bir ağrı vardı. Ağrı kesici yapılıyor; fakat, ağrı kesiciyle biraz hafifleyen ağrı yarım saat sonra tekrar başlıyordu. Müteakip günlerde biraz azalsa da, altı ay boyunca tesiri devam etti.

Sabah olduğunda bütün arkadaşları başındaydı. Süleyman Öğretmen gece duyduğu acıdan bahsediyor. ''Bacağım kesilmiş gibi bir acı hissettim.'' diyordu. Biraz konuştuktan sonra arkadaşları daha fazla dayanamayıp dışarı çıktılar.

Sonra içeri doktor girdi:
— Hayatını kurtarmak için bacağını kesmek mecburiyetindeyiz, ne dersin?

Süleyman:
- Arkadaşlarımı çağırın, onlarla yapacağımız istişareden sonra karar veririz.
Arkadaşları çağrıldı. Süleyman: ''Arkadaşlar doktor bacağımın kesileceğini söylüyor, ne dersiniz?”

Arkadaşlardan biri ona cesaret vermek niyetiyle: “Hocam sen mümin bir insansın, her şeyi kaldırabilirsin.” Süleyman: “Kaldırıp kaldıramayacağımı sormuyorum, karar verelim.” Aralarında konuşmaya başladılar. Konuşma esnasında arkadaşlardan biri, 'Zaten kestiler! Dün geceki ağrıların bu yüzdendi.' deyiverdi

...

Rüyanın üzerinden bir hafta geçmiş; ama anne kalbine düşen kor kızgınlığından bir şey kaybetmemişti. Bir haftadır Osman Beyden Süleyman'ı aramasını istiyor. Osman Bey ise bir mânâ veremiyor eşinin telâşına. ''Yahu ne oluyor sana bir haftadır böyle!'' diyor eşini sakinleştirmeye çalışıyordu. Sonunda cep telefonuyla Süleyman'a ulaşıp sesini duyuyorlar:
- Oğlum!
- Anne!

Ve ikisi de ağlıyor...

.....

Süleyman Öğretmen bu günleri yazıya geçirmeye karar veriyor. Aşağıdaki yazı Süleyman'ın o günkü duygularını veriyor:
“Sevgili annem, babam, ağabeylerim ve ablam.
Selâm eder, ellerinizden öper, dualarınızı beklerim.

Kazayı Sinan ağabeyimden duymuş olmalısınız. Size bu kadar geç haber vermemin sebebi, sizleri boşuna üzmemekti. Çünkü buraya gelmeniz mümkün değildi. Ben şu anda Allah'a şükür iyiyim. Ağrı sızı var mı? Eh, ağrısız sızısız hastalık mı olur?

Sizler kadere inanmış, her işte bir hayır olduğuna iman etmiş, Allah'ın Rahmân ve Rahîm olduğuna gönülden inanan, bir kapıyı kapadığında, ona karşılık bin hayırlı kapıyı açtığını bilen insanlarsınız.

Allah'ın yaptığı icraatları eleştirme günahına girmeyeceksiniz. Kazadan sonra kendisine olan sevgim iki, üç kat artan Rabb'ime karşı kalbinizde en küçük bir kırgınlık olmamalı.

Ben inanıyorum ki; az şey kaybettim, çok şey kazandım.

Gurbette gurbet çekmedim. Arkadaşlar yirmi dört saat boyunca başımda beklediler. Bir anne şefkati ile bir dediğimi iki etmediler. Bangladeş Hükümeti ve öğrenci velileri sahip çıktılar.

Bangladeş'e gelmesem, böyle bir kaza olur muydu? Böyle bir düşünce kader inancımıza göre yanlış. Demek ki kaderimde Bangladeş'e gelmek ve kaza geçirmek varmış.

Bu mesele ile alâkalı hiç kimseyi suçlamamanızı rica ediyorum. Kazadan sonra kendisine saygı duyduğum zatlar başta olmak üzere, onlarca geçmiş olsun telefonu aldım. Allah razı olsun, çok vefa gösterdiler. Medine-i Münevvere'de bana dua edilmesi için haber göndermişler.

Evet sevgili ailem...”
 


* Süleyman Öğretmen, daha sonra Türkiye'ye dönmüş ve Almanya'da sol bacağına protez takılmıştır. Şimdilerde, özel bir ilköğretim okulunda matematik öğretmeni olarak hizmetine devam etmektedir.
Facebook'ta Paylaş
dostumvar anasayfa Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol