ARKAPLAN RENGİNİ SİZ SEÇİN...

dostumvar

BİRLER ON OLURKEN

Ramazan KERPETEN
Ankara Eğitim Fakültesi'nin önüne geldiğinde içi kıpır kıpırdı. Memleketi Yozgat'tan buraya nasıl geldiğini anlamamıştı. Okulun bahçesinde, kayda gelen öğrencilerin babalarıyla birlikte olduklarını görünce, içinde bir burukluk oluştu. Babalar, gururla ve şefkatle çocuklarının omuzlarına ellerini atmış, kayıt için sıra bekliyorlardı. O ise, cebinde çok az bir parayla, tek başına gelmişti buralara. Babası ve anası onu ilçe otobüsüne bindirirken, boynu bükük uğurlamışlardı. Zira oğullarıyla Ankara'ya kadar gitmeye bütçeleri el vermiyordu.
Kayıt işlemleri bittiğinde bir hayli acıkmıştı. Gün boyu, sabah yola çıkarken anasının hazırladığı bir tas tarhana çorbasından başka bir şey yememişti. Çocuklarını yanlarına alan babalar, okulun çevresinde sıralanmış olan lokantalara giderken, onun da canı güzel bir öğle yemeği çekmişti. Lokantalara doğru iki adım atmıştı ki, parasının azlığı aklına gelmiş ve bu kararından vazgeçmişti. Simit ve çay ile açlığını yatıştırırken; "Bu dört senelik fakülte hayatı uzun ve çetin geçecek anlaşılan!" diye geçirmişti aklından…

...

Kredi Yurtlar Kurumu'nun bir yurdunda kalıyordu. Büyük bir azimle başlamıştı derslerine. Çünkü buralara nasıl geldiğini çok biliyordu. Bir türlü okuma fırsatı bulamamış babası, sırf çocuğu liseyi Yozgat'ın içinde okuyabilsin, iyi bir temel atabilsin diye, tarlalarının bir kısmını satmıştı. Babası onu Ankara'ya uğurlarken; "Yeter ki sen oku, gerekirse evimi satar, yine okuturum seni; hiç meraklanma…" demişti. Ama kıt imkânlarla büyük şehirde okumak zordu. Okul arkadaşları; sinemaya, tiyatroya, maçlara gidiyordu. Arkadaşları onu çağırdıklarında, her seferinde bir bahane uyduruyordu.

Babasından bu aralar harçlık gelmez olmuştu, belli ki dardaydı. Akşam olmuş, açlığı iyice artmıştı. Minnetsiz yetiştiğinden kimseden borç para istemeye yüzü varmıyordu. Herkes yemeğe giderken, tek başına etüt salonuna gitmişti. Ama öyle acıkmıştı ki, okudukları bir türlü aklına girmiyordu.

Çantasından günlük niyetine kullandığı ajandayı çıkardı. "Şu an karnım çok aç sevgili günlüğüm, sana ne yazacağımı bilemiyorum." diye yazmaya başlamıştı. Sonra sayfayı yırtıp katlamış ve cüzdanına yerleştirmişti. Bu notun, hayatı boyunca hep yanında olmasını istemişti. Gün olup da iyi bir yerlere gelirse, bir zamanlar neler yaşadığını unutmayacaktı.
Açlığı iyice hissettiği sırada bir el omzuna dokunmuş, dönüp baktığında sınıf arkadaşı Bahadır ile yüz yüze gelmişti. Bahadır, sessiz, sakin; ama herkesle diyalog kuran bir öğrenciydi. O gün sürpriz bir şekilde kendisini ziyarete gelmişti: "Ali, akşam yemeği yemediysen, gel kantine gidelim, bir şeyler atıştıralım." demişti.

Kantinde birlikte bir şeyler yerken, samimi bir ortam oluşmuş ve içinde bulunduğu durumu Bahadır'a anlatıvermişti. Anlattıkça da rahatlamış ve âdeta üzerinden büyük bir yükün kalktığını hissetmişti. Bahadır, anlatılanları dikkatle dinledikten sonra, "Maddî sıkıntını o kadar dert edinme arkadaşım; elbet bir çaresi bulunur." demiş ve banka hesap numarasını alıp gitmişti.
Birkaç gün sonra bankadaki hesabına ihtiyacını görecek kadar bir paranın yatmış olduğunu görünce şaşmıştı. Parayı kimin yatırdığını düşünürken, aklına Bahadır gelmişti. Sonraları Bahadır şunları anlatmıştı: "İlçemizin yardım derneğine senin durumunu anlattım. Derneğin ileri gelenlerinden birisi öğrenciliğin süresince sana her ay burs verme taahhüdünde bulundu. Ama parayı kimin ödediğini hiçbir zaman söylemememi şart koştu. Buna gerekçe, burs verdiği kişiyi minnet altına almaması, burs alanın onurunun kırılmaması ve bu hayrını zedeleyecek bir gurur hissinin gelmemesi imiş." Bunu duyunca yüzü kızarmış ve; "Demek hâlâ böyle iyi insanlar varmış!" demekten kendisini alamamıştı. Biraz da sıkılarak; "İsmini açıklamasa da, o beyefendiye teşekkürlerimi iletirsin Bahadır." demiş ve sonra da; "Ama bak bunu ödünç olarak alıyorum, ona göre! Çünkü şu zamana kadar ben babamdan başka kimseden para almadım." demişti.
Bahadır ise, onu omzundan tutarak, "İlâhi dostum Ali! Yardımlaşmanın adı borç mu olur? O burs vermek isteyen kimse, bir hayır adına yapıyor, sen de dönüp o insanı bulursan ve onu bulup verdiklerini iade etmeye kalkarsan, o hayrın bir anlamı kalır mı?" demiş ve şöyle devam etmişti: "Ama, bak şöyle olabilir; ileride nasip olur da işini eline alırsan, sen de ihtiyacı olan birilerine yardımda bulunursun. Hayrını yaparken de o meçhul kişiyi hatıra getirir ve hayrından o insanın da nasiplenmesi duasında bulunursun." demişti.
...

Ali üniversiteyi bitirmiş, şirin bir doğu ilçesindeki yüksek okulda görev yapıyordu.
Okulun öğretmenler odasında otururken, derslerine girdiği üç fakir öğrenci, kendisine yaşadıkları maddî güçlükleri anlatıyorlardı. Geçmiş, bir film şeridi gibi geçiverdi gözlerinin önünden. Bu çocuklar kendi öğrencilik yıllarındaki gibiydi. Gerçekten maddî desteğe ihtiyaçları vardı. Yıllardır bir ibret levhası olarak yanında taşıdığı notu cebinden çıkardı. Kâğıt iyice yıpranmıştı. "Şu an karnım çok aç sevgili günlüğüm, sana ne yazacağımı bilemiyorum." diye başlayan yazıyı bir çırpıda okudu. Ardından uzun bir sessizlik oldu. Öğrencileri ona bakarken, eskimiş notunu tekrar cüzdanına yerleştirdi ve minnet dolu gözlerle baktı öğrencilere. Bahadır’ın, “Bir gün sen de...” dediği gün bugündü. Şöyle konuştu: "Size teşekkür ediyorum çocuklar! Maziye dönmeme, hatıralarımın canlanmasına vesile oldunuz. Sizin yaşadıklarınızı, çok yakın bir zamana kadar ben de yaşadım; zor şartlarda okumanın ne demek olduğunu çok iyi bilirim. Benim bu hale gelmem, bir iyiliğin neticesidir. O iyilik benim gibi bir meyve verdi.
Adını dahi bilmediğim hayırsever birisinin yardımlarıyla buralara kadar geldim. Şimdi bu meyve bire on vermeli. Bunun için sizden başka ihtiyacı olan yedi arkadaş daha bulun. Bu on kişiye burs bulmak bizim vazifemiz olsun. Siz kaygılanmayın. Bir ricam var: Bana maddî destekte bulunan meçhul şahsı da dualarınızdan eksik etmeyin!"
Facebook'ta Paylaş
dostumvar anasayfa Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol