ARKAPLAN RENGİNİ SİZ SEÇİN...

dostumvar

BİR KÖY YOLCUSU

Bir Köy Yolcusu 

Ayşegül AYGÜN

Akşam olmak üzereydi. Arkasındaki ağacın gövdesine sırtını iyice dayadı. Uzun yol onu yormuştu. Aşağı inmeden biraz soluklanmak istiyordu. Derin derin nefes aldı. Eline ayağına tırmanan karıncalara baktı sevgiyle. Yavaş yavaş başını kaldırdı. Bulunduğu tepenin eteklerinde uzanan köyüne daldı gözleri. Özlemişti toprağını. Bunu şimdi daha iyi anlıyordu. Yıllardır hasret çektiği memleketine nihayet kavuşmuştu. Eskileri hatırladı. Bakışlarını dokundurduğu her köşe başından binlerce anısı fırlıyordu orta yere. Çocukken arkadaşlarıyla şu köyü yalayıp geçen derenin serin sularında nasıl da gülüp oynarlardı. Karşıki düzlükte az mı birbirlerini kovalamışlardı en neşeli halleriyle. Kışın kızakla kaymak, yazın meyveli ağaçların birinden diğerine uçup konmak en büyük eğlenceleriydi. Gerçi köy yeriydi bu, eğlenmekten çok çalışmak vardı elbet. Koyunlara bakmak, tavukları yemlemek, tarlada büyüklere yardım etmek hep onun vazifesiydi. Yol ağzındaki köyün tek çeşmesinden su taşıya taşıya nasır bağlamıştı elleri. Onca koşuşturmacanın arasında gün geçip bitiverirdi. Akşamları tezek yakılarak ısıtılan evlerinde anacığının pişirdiği mis gibi tarhana, dumanı üstünde bulgur ve köpüklü ayran karşılardı onları. Geceleri ise başka alemlere kapı açılırdı. Kavak yapraklarının hışırtıları, derenin çağlayışları, arada bir ağustos böceklerinin çığırtkanlıklarıyla tatlı bir ninniye bulanırdı etraf. O zaman rüyalarda bir adımla Kaf dağına çıkmak hiç de zor olmazdı.
Neşeli geçen çocukluk yıllarının ardından delikanlılık çağının gelmesiyle bir şeyler kıpırdamıştı içinde. Sığamaz olmuştu daha düne kadar bütün dünyası olan köy yerine. Belki başka diyarları görmek hevesi, belki macera arayışı, belki de daha çok kazanma isteği onu çekip alabilmişti bir çırpıda baba ocağından. Aradan geçen kırk yıl içinde, ancak birkaç kere gelebilmişti toprağına.

Şehir hayatı tuhaftır. Adama hem memleket hasreti çektirir, hem de yakasını bırakmaz. Yer yurt edinmiş, giderek yerleşmişti şehre. Başından acı tatlı nice olay geçmişti.

Ama gözden ırak da olsa köklerini hiç unutmamıştı. Nihayetinde onca diyar gezip yine köyüne gelmişti işte. Şimdi ellilerinde, saçlarına ak düşmüş bir adamdı.

Köy yerinde zaman ağır akar. Yine de her gelişinde biraz daha değişmiş bulmuştu buraları. Giderek toprak evlerin yerini tuğladan yapılanlar almıştı. Artık herkesin evinde suyu olduğundan, çeşme itibarını kaybetmiş yıkılıp gitmişti. Tezekler kurumaya bırakılmıyordu artık, yakacak odun kömür vardı. Başkalaşmıştı çok şeyler.

Kulağına uzaktan uzağa gelen koyunların meleyişleri çalındı. Onlar da yuvalarına dönüyor olmalıydılar. Bakışlarını göklere çevirdi. Yıldızlar belirmeye başlamışlardı. Şehirde utangaç yüzlü yıldızların, köy yerinde elini uzatsan tutacakmış gibi yeryüzüne inivermesine hep şaşırmıştı.

Bir an sanki hiçbir şey değişmemiş gibi geldi. Hâlâ çocuktu... Az sonra anacığı seslenecek, onu çağıracaktı. Koşturarak eve gelecek, yer sofrasında hep birlikte doyacak, sonra da dedesinin dizleri dibine kendini bırakacaktı. Bütün dünyası, damında yıldızları, tatlı şırıltılı deresi, koyunları, arkadaşlarıyla köyü olacaktı yine. Bir an inanır gibi oldu. Yüreği heyecanla çarptı. Sonra bir acı gülümseyiş yayıldı yüzüne. Biliyordu. Geçen geçip gitmişti.

Gözleri yaşla doldu. Kendini bütün dünyada tek başına kalmış gibi garip hissetti. Zamanın anaforlu koynunda sahip oldukları yitip kaybolmuştu. Köy eski köyü değildi artık. Her şey değişmiş, başkalaşmıştı. Ailesi, arkadaşları.. çoğu ölmüşler, kalanlar da başka diyarlara dağılmıştı. Üstelik o çok güvendiği gençliği de onu terk etmiş, kapıyı ihtiyarlığa açıp gitmişti. Derin bir iç çekti. Hüzün dalgalar halinde tüm benliğini kuşatıyor, amansız bir rüzgâr kulaklarında uğulduyordu. Gurbetin en acısı onu baba toprağında bulmuştu. Ne kadar geçti bilemeden bir süre öylece kalakaldı. Sonra irkildi ve kendini toparlamaya çalıştı. Düşüncelere ve kalbine daldı bir an. Bunca zaman ruhuna aldırmaya çalıştığı eğitimleri hatırladı. İçindeki yangının, hasretin adı neydi? Kaynağı neydi çektiği acının? Hafızasını yokladı. Cevapları biliyordu. Söylendi kendi kendine.

– Kalbini bağlarsan fanilere, sonuç böyle olur işte. Daima bu dünyada kalacakmış vehmiyle aldanırsın. Kırılmaya mahkum aynalara sarılırsan, ayrılık acısıyla da yanarsın. Üstelik misafir misafirliğini unutur, kendini ebedî mâlik zanneder mi hiç?

Hem şöyle dikkatli bakınca gördü ki köyün manzarası değişse de yine güzel. Evlerin, çiçeklerin, ağaçların yüzleri değişse de yine mevcutlar. Bunca değişenin ardında değişmeyen Nakkaş, nakışlarını tazelendiriyor yeniliyor... Bitenin arkasından yenisi geliyorsa, üzülmek niye?

İçinde bir ses:

– 'Ya dostların, ailen, sevdiklerin... Onlar yoklar. Buna çare ne?' diyordu.

Gülümsedi:

– Başka bir yerde görüşmek üzere ayrılmadık mı? Gidenlerin yeri değişti yalnızca, hepsi bu. Yine birlikte olacağız. Hem dünkü ailemin yerine bugünkü ailem yani çoluk çocuğum verildi. Dünkü arkadaşlarımdan ayrı kalsam da bugünküler var.

Yine aynı ses:

– Ya o çok güvendiğin gençliğin, bak ihtiyarlıyorsun, gücün kuvvetin çekiliyor.

Verilecek cevap hazırdı dağarcığında:

– Ebedî bir gençlik beni bekliyorsa ne gam. İhtiyarlık da buna güzel bir basamak olursa, şimdilik ihtiyarlığıma neden sevinmeyeyim.

İçi rahatlamıştı. Hüzün derelerine yuvarlanırken en değerli hazinesi imanı imdadına yetişmişti. Geçmiş geçmişti. Takılıp kalmanın bugünü de kaçırmaktan öte ne mânâsı vardı ki? Yüzü ışıldadı. İçinde iyi bir şeyler yapma gayretiyle doğruldu. Kalan ömrüne cesaretle gülümseyen kalbiyle seslendi:

– Haydi bakalım öyleyse, bu kadar durmak yeter. Yeniden işe koyulalım.

Adam, geçmişini ve hâtıralarını ardında bırakarak insan olmanın verdiği itminanla geleceğe yöneldi. Yaşadığı anlara ebedî hayat rengini verecek; daha çok şeyler yapacaktı.
Facebook'ta Paylaş
dostumvar anasayfa Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol